İstanbul'dan cumartesi sabah saat 5:30'da arabalarla hareket edip, 4 saat sonra feribotun hareket edeceği Kabatepe limanına varmıştık bile...
Çocukların Bay Gepetto'yu yutan balinaya benzettikleri arabalı feribot ile, 1 saat süren yolculuğun ardından Gökçeada'ya vardık.
Otelimiz ''Gökçeada Yeşil Vadi Pansiyon''. Kaloriferi olmayan, ihtiyaç duyulan enerjinin güneş aracılığı ile üretildiği, adına yaraşır şekilde, yemyeşil bir vadiye bakan şirin bir çiftlik-pansiyon.
Konfor arayanlara uymaz. Bizim için güzel ve yeterliydi.
http://www.gokceadarehberim.com/nm-Ye%C5%9Fil_Vadi_Pansiyon-cp-159
Otele yerleşip hemen keşfe başladık. Adanın güneyindeki Aydıncık plajı, çok rüzgarlı olduğu için keşfe adanın kuzeyinden devam etmeye karar verdik.
İlk durağımız ''(Eski) Bademli (Gliki) Köyü''. Erikler ve bademlerin yeni yeni olgunlaşmaya başladığı ıssız köyde, Murti her bulduğu ağaca tırmandı. Çocuklar da onun kucağında, ağaçlardan meyve toplayıp yemenin tadına vardılar. . .
Köyün insansız sokaklarında dolaştık. Beğendiğimiz bir taş evin avlusundaki çeşmede oyalandık. Yaprakları henüz yeşermeye başlamış dut ağacının hakim olduğu minik meydanda soluklandık. Çocuklar, meydanda buldukları kiremit parçalarından tebeşir yaparak yerleri boyadılar. Bizler de bir tahta banka oturup çocukları izlerken, hemen yanıbaşımızdaki ''kapalı'' köy kahvehanesinden kahve içmenin hayallerini kurduk. Hoş; o kahve açık olsa, Bademli Köy'ü bu kadar güzel gözükmeyecekti gözümüze o da ayrı!:)
Meydandaki kahvehanenin 1903 tarihli güneş saati. Hemen yanındaki dut ağacının büyümesi ve güneşi engellemesiyle işlevini kaybetmiş. |
Bademli Köyü'nden sonra öğle yemeği için hemen yakındaki Kaleköy'de mola verdik. Bizden başka kimsenin olmadığı ''Son Vapur'' lokantasında Rakı-Balık-Meze her zamanki gibi şahane! Çocuklar yine oyunda. Her zaman her yerde:)
Öğle yemeğinden sonra adanın kuzeyindeki Sualtı Milli Parkı'nda yer alan Yıldız Koyu'nda, sert esen rüzgara rağmen güzel zaman geçirdik. Koyu çevreleyen fantastik kayalıkların şekillerinin Gaudi'ye ilham vermiş olabileceğini düşündük.
Çocuklar da buraya bayıldılar. Denizanası ellediler. Üzerinde yosun olmayan volkanik kayalıklarda kaymadan yürüyebilmenin keyfini sürdüler. Murti bana ''sarmaşık'' dediği yabani kuşkonmaz bulmayı öğretti.
Çocukları Yıldız Koyu'ndan ''ertesi gün yine geliriz'' diyerek zar zor ayırdık.
Bir sonraki durağımız ''Semadirek Adası'' manzaralı Tepeköy Çınaraltı oldu. Buraya da hayran kalınca ertesi sabah burada piknik yaparak kahvaltı etmeye karar verdik.
625 yaşındaki muhteşem çınar ağacı |
Ege arabada uyuyakaldığı için 1 eksikle aile fotoğrafı... |
İmroz adasının Tepeköyünde Barba Yorgo'ya da mutlaka uğrayıp şahane mezeler eşliğinde uzo ''Mini'' içip asıl adalıların yaşantısından bir kare görmeyi salık veririm.
YanıtlaSilAdayı en az oniki yıl önce ziyaret eden biri olarak yazınızı çok akıcı ve çok güzel tasvir edilmiş buldum.Benim yine gitme hissiyatımı uyandırdı..Teşekkürler
şahane! bundan sonra hep takip ediyorum, izinizden ge(l/z)iyoruz:)
YanıtlaSilTeşekkürler:) Baba Yorgo 1 Mayıs'ta açıyormuş tavernayı bir dahaki sefere umarım
YanıtlaSilKayalıklara bayıldım.
YanıtlaSillg teknik servis ekibimiz olarak bloğunuzdaki paylaşımların devamını ve çalışmalarınızda başarılar dileriz.
YanıtlaSil