27 Haziran 2012 Çarşamba

Gökçeada: Yeşil Vadi Apart / Büyümüş Vakkas / Yıldız Koyu

Doğasına zaten hayran kaldığımız Yeşil Vadi, bu ziyaretimizde ek olarak çok daha konforluydu. İlk ziyaretimizde hava çok soğuktu. Geceleri çocukların üzerine ne bulursak giydirip, üstümüze kat kat battaniyeler serip yatabiliyorduk. Yanımızda getirdiğimiz elektrikli ısıtıcıları çalıştırmamıza yetecek elektrik yoktu. Güneş enerjisi ile üretilen elektrik, sadece cep telefonlarımızı şarj etmeye yetiyordu. Sıcak su lükstü...


Bu kez, ısınan havaya rağmen ağaçların gölgesi altında serinliğini muhafaza etmiş odalarda sıcaklık tam kararındaydı. Bol güneş olduğu için sıcak su sorunu da yaşamadık.


Sabah 8:30 gibi geç bir saatte kalkabildik. Kahvemizi içip biraz ayıldıktan sonra, Murti Gökçeada'nın pazar günleri kurulan pazarına gidip kahvaltılık ve İstanbul'da kaçırdığımız ekolojik pazarın yerine geçecek pazar alışverişlerimizi yaptı. Bizler de Murti'yi beklerken çocuklarla Vakkas'ı ziyarete gittik.


Büyümüş, boynuzları çıkmış Vakkas

Vakkas'ın sesi aynıydı. Çocukların ve sahibinin ''Vakkaaaaasssss!'' diye seslenmesine yine tiz, kendine has bir ''Meeee'' sesi ile cevap veriyordu ama görüntüsü ve huyu değişmişti. Büyümüş, boynuzları uzamıştı ve artık eskisi gibi çocuklara ve insana yaklaşmıyordu. Yabanileşmişti. Başak, Ege ve Taylan yine de Vakkas'ı tekrar görmekten çok mutlu oldular.

Vakkas'ı sevip okşadıktan sonra, Yeşil Vadi'nin verandasında çocuklarla keyif yaptık. Güzel bir kahvaltı hazırladık. Başak, Ünal Bey'in torunlarıyla çizgi film seyretti, Ege ve Taylan kafalarına göre takıldılar. Bir sürü kelebek gördüler. Üzüm koruğunun tadına baktılar; Ege beğendi. Taylan beğenmedi.



































Kahvaltı sonrası geçmiş ziyaretimizde pek beğendiğimiz, adanın kuzeyindeki ''Yıldız Koyu''na gittik. Denize girdik, Gaudi'nin tasarımlarını andıran kayalıklarda çocuklarla yürüyüş yaptık. Benim Gökçeada'daki en favori koyum burası. Çocuklar olmasa kayalıklardan çok daha berrak denize girmek te mümkün...

Yıldız Koyu'nda...

Yıldız Koyu Kayalıklarında Yaşayan
Deniz Devinin Ayak İzi



















Yıldız Koyu'nun tadı damağımızda, saat 4'te hareket edecek feribota yetişebilmek için yarım saat önce koydan iskeleye hareket ettik ve kıl payı, son 2 araba olarak feribota sığıştık.

Uzun bir tatil yapmış gibi hissediyoruz derken, dönüşümüz her İstanbul'a dönüş yolculuğu gibi sancılı oldu. 3,5 saatte geldiğimiz yolun dünüşü tam 6,5 saat sürdü:(

Gökçeada: Bu yıl 2. kez deniz zamanı...

Bu yıl ilk kez deniz sezonu henüz açılmamışken gittiğimiz Gökçeada'ya bu kez tam deniz mevsiminde, haftasonu günübirlik gittik. Yine Murti-Demet-Taylan ve bizim aile...

Bir önceki gezimizde, adanın Güney ve Batı sahillerini keşfetmeye zamanımız yetmemişti. Bu nedenle yönümüzü bu sahillere çevirdik....


Kabatepe'den sabah 8'de hareket edecek feribota yetişebilmek için saat 4:00'te yola çıktık. 3,5 saatlik araba yolculuğunun ardından Kabatepe Limanı'na ulaşmamıza rağmen, liman sınırlarından taşmış uzun kuyruk nedeniyle 8 feribotuna binemedik ve sahildeki çay bahçesinde 10:00 feribotunu beklemek zorunda kaldık. (Feribot saatlerinin yetersizliği nedeniyle yanımızda olmayan Sayra'lar ve bizim çocuklar adına bile yaşlarını belirtmeden şikayet formu doldurdum feribotta...)

Kabatepe Limanı'nda 10 feribotunu beklerken, kahvaltı...
Kuzu Limanı'ndan hemen adanın merkezine gazlayıp, kuzu haşlama dışında vasat yemekleri olan Taylan Otel'in lokantasında yemek yiyip, güneş şemsiyeleri, sahilde içecek bira, su vb. satın aldık ve biran önce denize kavuşabilmek için valizlerimizi bırakıp, mayolarımızı giymek üzere, otelimiz ''Yeşil Vadi Apart''a yerleştik.

Aydıncık (Kefaloz) Plajı
KiteSurf okulunun bulunduğu yer
Bir önceki Gökçeada ziyaretimizde, kumlu uzun sahili, ıssızlığı, berrak ve sakin deniziyle aklımızda yer etmiş, soğuk olduğu için giremediğimizden içimizde ukde kalmış Tuz Gölü'nün kuzeyindeki Aydıncık Plajı'nda denize kavuştuk kavuşmasına ama oldukça farklı bir hava ve ortam karşıladı bu kez bizi plajda...  Sert esen, bizim şemsiyelerin işe yaramayacağı bir rüzgar, dalgalı ve bulanık bir deniz ve bize cazip gelmese de bu ortamın cazibesine kapılıp taaa Bulgaristan'dan koşup gelmiş bir sürü Kitesurfçü...

Burada denize giremeyecek olsak ta, yorgun olduğumuz ve Kitesurfçülerin yarattığı renkli görüntüler ve doğa keyifli olduğu için sahile yayılıp birer yorgunluk birası içerek soluklandık. Tüm sahili kaplayan, çoğu ölmüş kuru uğur böcekleri sürüsünden çocuklar hiç hoşlanmadılar.... Rahatsız edici tuhaf bir görüntüydü gerçekten de...

Çok kıymetli olan 1 güncüğümüz bitmeden denize girebilecek bir yer bulabilmek için çok fazla oyalanmadan hemen yola koyulacaktık ki, arabalarımızın yakınına yumurtlamış ince-zarif deniz kuşunun topaca benzeyen 4 yumurtasını korumak amacıyla ilkel bir çerçeve yarattıktan sonra yola koyulabildik.

Adanın güney sahili boyunca uzanan deniz manzaralı ıssız yoldan araba ile geçmek çok keyifliydi. Adanın bu yamacına bakan topraklar genellikle ağaçsız, çorak olmakla birlikte adadaki tatlı suyun suladığı, bu çoraklığı yeşerten pembe zakkumlarla süslü vadiler, özellikle Aydıncık Plajı'ndan yaklaşık 5 dakika sonra gördüğümüz, denize tepeden bakan minik bir klübe-şapel ve bu şapelin önündeki kayalık bakir koy çok etkileyicidi. 

Yol üzerinde gözümüze kestirdiğimiz sakin bir koya arabaları park edip sahile yayıldık. Rüzgardan kaçabildiğimiz söylenemez ama deniz berraktı. Çocukların oynayabilecekleri kumluk bir alan vardı. Daha ne olsun?... 

Samet ve Ege İnceburun Sahilinde
Burada uzun uzun yüzüp dinlendikten sonra, coğrafya derslerimizden bildiğimiz Türkiye'nin en batı ucu ''İnceburun''u da görelim istedik. İnceburun günümüzün en rüzgarsız koyuna, en sakin denizine sahipti.  Sahilinde bir şeyler içip serinleyebileceğimiz minik bir kafe vardı. Burada tanıştığımız, 16 ablalı, babası pazarcı, sevimli dilbaz Samet'in hüzünlü öyküsü buraya baktıkça hatırlayabileceğimiz şekilde bizde saklı kalsın!:(
İnceburun
Güneşin batmasına yakın İnceburun'dan ayrıldık. Otelimizin dönüş yolunda, adanın batısındaki tek Rum köyü olan ve çok aç olduğumuz için inip gezmeye vakit yaratamadığımız, bir hayalet köy görünümündeki etkileyici ''Dereköy'' bu gezimizin içimizde ukde kalan yeri oldu... Zamanında adanın ve hatta Türkiye'nin en büyük ve kalabalık köyüymüş burası.

Havanın kararmasına yakın, çocukların yemek saati çoktan geçmişken otelimize vardık. Çocukları hızlıca yıkadık. Murti bizden önce Kaleköy'deki Son Vapur Lokantası'na gidip çocukların balığını ısmarladı. Akşam yemeği sırasında, sadece 2 saatlik uykunun verdiği yorgunluk ve açlık, gün boyu yediğimiz rüzgar ve güneşin kavurucu etkisine eklenince, gözümü açık tutmakta zorlanmış olsam da tabak dolusu nefis midye dolmalar, rakı-balık ve meze her zamanki gibi şahaneydi.

Çocuklar, yemek öncesi sahile kurulmuş trambolinde zıpladılar. Ege ve Taylan, komşu barın canlı gitarına, gecenin ilerleyen saatlerine kadar eşlik ettiler. Başak, uykusu gelince, her zamanki gibi birleştirip yatak yaptığımız lokanta sandalyeleri üzerinde uykuya daldı.

1 kısa gün yine uzadıkça uzadı...:)

14 Haziran 2012 Perşembe

Günübirlik: Taraklı & Karagöl

''İstanbul'a yakın mesafede, güzel doğası olan, sulak, nerede vakit geçirebiliriz?'' diye internette araştırırken ''Taraklı'' diye bir kasaba ilişti Mutlu'nun gözüne. Karagöl isimli bir göle yakın, 19. yüzyıl cumbalı Osmanlı evleriyle ünlü, yeni yeni keşfedilen bir doğa kasabası.

100 ila 300 yıllık evlerin süslediği Taraklı'nın Osmangazi tarafından alınışından bu yana, halk tahtadan tarak ve kaşık yapımıyla uğraşmış. İlçeye ismini veren ve kısmen devam eden bir gelenek bu....

Taraklı ile ilgili her türlü bilgiye, belediyenin web sitesinden ulaşmak mümkün...http://www.tarakli.bel.tr/ 

Eski Taraklı evlerinden birinin önünde
 çocuklar ağaçtan topladıkları erikleri yerken
Toplam 2 saat süren araba yolculuğumuzun ardından Taraklı'ya vardık. Arabaları parkedip meydandaki çay bahçesinde kahvaltımızı ettik. Bahçenin hemen yakınındaki Mimar Sinan'a ait Yunus Paşa Camisini gezdik. Çarşıda kısaca turladık ve cumartesi kurulan ''upucuz'' pazar yerini gezerek meyve, piknik için mangal ve bira satın aldık. 



Yunus Paşa Camisi-Mimar Sinan



Asıl niyetimiz bir kültür gezisi yapmaktan çok kendimizi doğaya bırakmak olduğundan kasabayı gezmeye çok ta fazla vakit ayırmadan, gezinin eksik kalan bu tarafını sonbahar serinliğine erteleyip, 45 dakika mesafedeki Karagöl'e doğru yola çıktık. Yol, kirazla dolu ağaçlar, enginar tarlaları ve ceviz ağaçları ile kaplı şahane bir yoldu.

Karagöl'de günübirlik gezimizi cumartesi günü yapmanın mükafatını aldık. Kalabalığın olmadığı, tertemiz, halı gibi çimenlerle çevrili bir duru göl gün boyu bizi ağırladı...

Yedik, içtik, yan gelip yattık, göl kenarında yürüdük. Çocukların ve bizim içimizde ukte kalan, yanımızda getirdiğimiz uçurtmaları, defalarca denememize rağmen uçuramamak oldu sadece...

Çadırı kurup hemen çimenlere yayıldık

Çiftleşen Yusufçuklar
Tüm çayırlar bizim
Mangal zamanı
Başarısız uçurtma uçurma deneyimlerinden
bir tanesi
Göl kenarında yürüyüş
Çocuklar, yürüdükçe kendilerinden kaçışan kurbağaları izlemeye bayıldılar
Aile Fotosu






1 Haziran 2012 Cuma

Bozcaada-Yağmurlu bir ilk günde Ayazma Plajı'nda...

Bunca yıldır çalışıyoruz. Ama hala 1 güncük ekstra tatilin bile kıymeti çok büyük bu tatil kıtlığında...

1 gün kazanalım diye Cuma sabahının köründe, saat 2:30'da kalktık.  3:45'te arabaların tekerleri dönmüştü bile... 2 arabayız. Bizim arabada 2 kişilik mürettebatım Ege, Başak ile ben. Murtilerin arabada Demet, Sayra, Ekin ve Taylan... Mutlu ve Ömer ayarlayamadılar programlarını bu defa...

10:00'da hareket edecek Geyikli-Bozcaada feribotuna yetişebilmek için, çocukların çiş molalarını bile minimumda tutup, zaman zaman karanlıkta, zaman zaman yağmur altında benim için mümkün olan en yüksek hızda durmadan ilerlemeyi planlıyorken, yollarda bizden başka araba olmadığından heralde, pineklemekten canı sıkılmış trafik polislerinin müdahalesine maruz kalıp durdurulduk. Her 2 arabanın arkasında da minimini şirin çocuklar varken şüpheli muamelesi görüp alkol borusu bile üfledik. Olası duraklama zamanını da anca 30 dakika olarak hesaplayıp yola koyulduğumuz için hem Eceabat-Çanakkale hem de Geyikli-Bozcaada feribotlarını tam iskeleden hareket edeceklerken yakalayabilip epey kalp çarpıntısı yaşadık.

Yaklaşık yarım saat sonra yağmurlu bir Bozcaada'ya merhaba dedik. Hiç böyle planlamamıştık. Çocuklarla bugüne kadar en rahat ettiğimiz pansiyon-otel Bağ Badem'e ulaştığımızda morallerimiz hava muhalefeti ve yol yorgunluğu nedeniyle epey bozuktu.  Çocuklar ise yağmurdan çamurdan sıkılmak şöyle dursun, hemen bu daha önce oyun oynamaya pek te alışık olmadıkları havanın keyfini sürmenin türlü yollarını keşfettiler.

Donlarına kadar ıslanıp, bizim yedek kıyafet yokluğundan yakınan çığlıklarımız arasında, her taraflarını çamura buladılar.


Bilgütay'ın her zamanki nefis kahvaltısı morallerimizi biraz düzeltip, çocukların çamur ve yağmur sevdası Bilgütay'ın güzelim temiz-pak koltuklarını ve verandasını tehdit etmeye başlayınca, yağmura rağmen Ayazma Plajı'na gitmeye karar verdik. Ne iyi etmişiz de gitmişiz.  
 
 Yağmur Bulutları Altında Ayazma Plajı

Yağmurun renklendirdiği, farklı tonlarda mavi-gri bulutların altında olağanüstü güzellikte ıssız bir plaj bizi bekliyordu. 

Plaja vardığımızda yağmur kesilmişti. Fırsattan istifade, soğuk havaya rağmen, ıslak kumların üzerine örtülerimizi yaydık. Çocuklar, havanın soğukluğuna aldırmayıp, deniz görünce soyunmayı ve ıslanmayı alışkanlık haline getirdiklerinden, yine bıraktılar kendilerini deniz ve kumların kucağında oyuna...
 

Plajda, hava yarım saat sonra yeniden yağana kadar çok güzel vakit geçirdik.  Apar topar toparlanıp, her tarafı kum içinde kalan ıslak çocukları arabada giydirip kendimizi Vahit'in yerine attığımızda yağmurlu da olsa Bozcaada'nın keyfinin çıkarılabileceğini anlamıştık.