28 Şubat 2012 Salı

Londra-27 Ağustos-Cumartesi/Bir gün aslında ne kadar da uzun:)

Londra'da ilk ''turist'' günümüz.
Kendimizi şehrin akışına bırakıp dolaşmaya karar verdik ilk günün şerefine.

Otelimizden çıkıp 5 dakika mesafedeki metro istasyonuna vardık. Metro ulaşımının kolay olacağına dair şartlanmış olduğumuzdan, asansörsüz metroda 2 çocuk ve çocuk arabasıyla debelenmek ilk gün için epey zor geldi. Ne yazıkki Londra'da özellikle eski durakların bazı bölümlerinde yürüyen merdiven bile yok. Çocuk arabalarını elde taşımak, çocukları yürütmek gerekli. İlk gün zorlansak ta sonra alıştık bu duruma.

Londra ile hepimiz ilk kez tanışacağımız için başlangıç noktamızı ''Piccadilly Circus'' olarak belirledik. Buranın karşılığı bizim İstanbul'da Taksim, New York'ta Times Square. ''Tam turistik'' bir başlangıç için en iyi yer. Londra'nın simgelerinden Eros heykelinin önünde bir hatıra fotoğrafı ile ''tam turistik'' ilk günümüzün görsel anısını da oluşturduktan sonra Londra keşfimize yürüyerek devam etmeye karar verdik. Ege ve Başak bu meydanı çok sevdiler.

Az ilerde karşımıza tüm çocukların düşmanı M&M çıktı:) Bu şeker meselesi konusunda kafam çok karışık. Şeker ve sakız onları o kadar mutlu ediyor ki!... ''Tam mahrumiyet'' iyi bir ebeveynlik çözümü değil  korkarım!

M&M, gerçek bir iletişim harikası. Burası Londra'nın ''en şeker cazibe merkezi!'' ve dünyanın en büyük şeker mağazası. Charlie'nin çikolata fabrikası, çocuklu bir Londra gezisinin uğranmazsa olmazı:)
http://worldchocolateguide.com/shop/mms-world/london/


Çocukları M&M'den güç bela söküp çıkardıktan sonra, Londra'nın diğer önemli tam turistik meydanı Trafalgar'a kadar yürüdük.
Meydandaki tüm sabit etkileyici unsurlara ek olarak gezimiz sırasında, National Gallery'nin hemen önünde, ''Dünya'nın ilk yaşayan duvar resmi'' ile karşılaştık. Van Gogh'un ''Servi Ağaçlı Buğday Tarlası'' resminin canlı bitkilerle etkileyici bir yorumu!

Trafalgar Meydanı'nda mutlu mesut dolaşırken aniden yağmur bastırdı. Hemen yanıbaşımızdaki ''National Gallery''ye sığındık ve Londra gezi programımızda olmayan, dünyanın en önemli resim koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapan National Gallery'yi kısa süreliğine de olsa gezme fırsatı yakaladık. http://www.nationalgallery.org.uk/ National Gallery, Londra'da tadı damağımda kalan ilk yer olarak kayıtlara geçti.

Trafalgar Meydanı'ndan Parlamento Binası'na yürüdük ve rehber eşliğinde binayı gezdik. Gerçekten etkileyiciydi. Çocuklar da çok sevdi. Çocuklar, bu tür biletli ziyaretlerde en çok biletlerinin olmasından, biletlerini görevlilere kendileri göstermekten ve biletlerini tüm gezi boyunca taşıma sorumluluğu almaktan hoşlanıyorlar. Bir de ellerine binanın planını verip nerede olduğumuzu plan üzerinde anlatınca ilgileri daha da artıyor.
Binaya ait detay bilgiler için: http://www.parliament.uk/

Parlamento Binası Karşısında Protestocular
Parlamento Binası ziyaretinin ardından, Thames nehri kıyısında London Eye'dan Tower Bridge'e doğru nehir kıyısında uzuuuun bir yürüyüş yaptık.

Çocuklar bu kadar uzun ve araçsız güzergahta koşturabilme özgürlüğünün tadını, karşılarına çıkan pekçok hoş sürpriz eşliğinde doyasıya çıkardılar.

Günlük sıradan bir yağmur zamanı - Köprü altına sığındık


İfade Özgürlüğünü Simgeleyen Bir Eser
Yağmurdan Sonra Gökkuşağı

27 Şubat 2012 Pazartesi

Rembrandt ve Çağdaşları-Işığın Karanlıkla Dansı

Bu haftasonu çocuklarla ''Işığın ve gölgelerin ressamı'' olarak adlandırılan Hollandalı ressam Rembrandt ve çağdaşlarının sergisindeydik.
Karanlıkla Işığın Dansı

Sergi öncesi sabah saat 9:00'da Emirgan'da Şebnem ve Kuzey ile buluşup kahvaltımızı ettik ve erkenden serginin yolunu tuttuk. SSM'deki serginin açılış saati 10:00. Emirgan'ın korkunç öğle vakti kalabalığına kalmamak için kahvaltıya 8:00 gibi başlayıp sergi açılır açılmaz kapıda olmak en iyisi.

Sabah 8:00'de gelenler deniz kenarındaki masalarda, bizim gibi 9:00'a kalanlar deniz kenarının hemen yanındaki sırada yer bulabiliyor:) Daha sonraya kalanları ise kalabalığın işkencesi bekliyor...
Kahvaltının beni en eğlendiren anı Kuzey'in kahvaltı mekanını değerlendirme formunu doldurma girişimiydi. Hepimize tek tek ''yediğimiz yemeklerden, servisten memnun kalıp kalmadığımızı sordu. Sonuçları değerlendirdi.

Kuzey bana lokantadaki basit bir anketin bile çocukların ''araştırma'' kavramı ile tanıştırılması için ilham verici olabileceğini gösterdi:) 

SSM Atölye bahçesindeki strafor heykel
Sergi'nin, yaşları 14'ün altındaki çocuklarına refakat eden ebeveynlere ücretsiz olmasını çok takdir ettik. Sanat sevgisi çocuk yaşlarda ediniliyor ve ne yazık ki ülkemizde sanatsal aktiviteler hala çoğunlukla üst sosyoekonomik düzeye özgü... Keşke ciddi kaynak ayrılmış sergi tanıtımında bu unsur da büyük puntolarla belirtilseymiş. http://muze.sabanciuniv.edu/anasayfa

Çevremde maddi olanaksızlıklar nedeniyle bu tür sergilere gidemeyen çocuklu tanıdıklarıma haber vermeye başladım bile!...

Başak ve Kuzey'i, 11:00-12:45 saatleri arasında ''kıyafet tasarım atölyesi'' için müzenin sanat atölyesine bırakıp (Atölye sırasında çocuklar atölyedeki eğitmenler eşliğinde sergiyi geziyor.) Ege ile birlikte sergiyi gezdik.
Ege ara ara sıkılsa, ağlasa da ''sergi broşüründe yer alan resimleri sergide bulma oyunu'' bu sefer de işe yaradı.

Ege'nin sıkıldığı anlardan

 Sergideki resimler o kadar etkileyiciydi ki alt kat galeride yer alan ''Tanzimattan Cumhuriyet'e Türk Resmi'' başlıklı sergide üst kattaki resimlerde bizi etkileyen ışığı, ince dokunuşları aradık; çoğunlukla bulamadık... Rembrandt ve çağdaşlarının resimlerinin, resimle ilgili kendi amatör değerlendirme kriterlerimizi, beklentilerimizi değiştirdiğini fark ettik.

Sergi sonrası, SSM'nin kalabalık ama şık kafesinde yorgunluk kahvelerimizi yudumlayıp bahçedeki banklarda çocukların atölye çalışmalarını tamamlamalarını bekledik.

  


23 Şubat 2012 Perşembe

Londra-26 Ağustos 2011-Cuma

Neriman anneye söz verdiğim halde bir türlü hazırlayamadığım Londra notlarıma bloğum aracılığıyla başlıyorum:)

İstanbul'dan 20:30'da kalkan THY uçağıyla, Başak (5), Ege (2,5), Mutlu, Neriman anne ve ben Londra'ya doğru yola koyulduk. Kocacım Mutlu, biri daha tam yürüme yetkinliğini kazanamamış 2 çocuğumuzla bu 8 günlük yorucu tatili nasıl tamamlayacağımıza dair derin kaygılar içindeydi. Bense bunu başarıp, 2 çocuğumuz olduktan sonra eskisi kadar sık yapamadığımız seyahatlere yeniden başlayacağımız ve bu seyahatin başka seyahatler için ailemize cesaret vereceğini düşündüğüm için heyecanlıydım.

İngiltere saatiyle 22:30'da Londra'ya vardık.
Havaalanından, şehir merkezindeki Paddington İstasyonu'na ''Heathrow Express'' raylı sistemi ile hiç durmadan 15 dakikada varılıyor. Bu, hem en hızlı hem de en ekonomik ulaşım yolu.  İstanbul'dan saatlerini öğrenip biletlerini de İstanbul'dan internet üzerinden aldığımız bu trenin son seferine koşarak yetişip biraz stres yaşamış olsak ta buna değdi.
https://www.heathrowexpress.com/


Farkında olmadan, Paddington İstasyonu'na 5, Hyde Park'a 10, Oxford Street'e 20 dakika yürüme mesafesinde, Circle Line metro hattı üzerinde, lokasyon olarak ideal bir otel seçmişiz: ''Tonys House'' 
www.booking.com/Tony's-House-Hotel

Zamanımızın çoğunu dışarda geçireceğimizden, konfor beklentimiz olmaksızın seçtiğim bu 2 yıldızlı otel, gecenin bir yarısı bizleri tatilimizi zorlaştıran pekçok sürpriz özellikle karşıladı:)

  • Odamız en üstte 4. kattaydı ve asansör yoktu
  • Oda ölçüleri tahminimizden çok daha küçüktü
  • Sabahları kahvaltı sunulan ayrı bir salon olmadığı gibi, zaten küçücük olan odanın tam ortasında bir de kocaman kahvaltı masası vardı. 
  • Çocukların ikisi ile birlikte uyumayı planladığım çift kişilik yatak ölçüleri standartların çok altındaydı
  • Banyo çocukla birlikte girebilmek için çok çok minikti:(
  • Benim belim çocuk taşımaya elvermeyecek derecede sakattı
Hal böyle olunca, çocuklar çaresiz uyanıp saat kaç olursa olsun  ilk gece olduğu gibi ilerleyen günlerde de tabana kuvvet kendi başlarına çıktılar merdivenleri... Bu, çocukların sonraki günlerde metro merdivenlerinde işlerine yarayacak egzersizlerin başlangıcıydı!




21 Şubat 2012 Salı

Van Gogh-Fasuli-Kılıç Ali Paşa Camii Üçgeninde Bir Pazar

İstanbul Modern'i çocuklarla keyifli vakit geçirilebilecek, çocuk dostu bir yer olduğu için seviyoruz. Ah bir de bahçedesinde yer alan, çocuklarda tırmanma duygusunu depreştiren heykellere tırmanma izni verseler! Çocuklar zevkten mest olacak!:)

Geçtiğimiz haftasonu da çocuklarla ''Van Gogh Alive'' adlı dijital sergi için Antrepo 3'teydik. Kapıdaki uzun kuyruk ilk başka bizi ürkütse de hızlı ilerledi ve fazla beklemeden içeri girebildik. Resimlerin, dijital imajlar halinde duvarlara, kolonlara ve zemine yansıtılması ve bu yansıtmaların birbirini tüm mekanda tamamlıyor, takip ediyor olması bize ilginç geldiği kadar çocuklara da ilginç geldi. Ellerine verdiğimiz dijital fotoğraf makineleri ile hiç çekmedikleri kadar fotoğraf çektiler.






Sergi sırasında çok eğlendiklerini gözlememize rağmen, sonrasında sergiyi nasıl bulduklarını sorduğumuzda ''korktuklarını'' söylediler. ''Tarladaki Kargalar'' resminde yer alan kargaların hareketlendirilmesi onları biraz ürkütmüş. Ege de sanırım ortam karanlık olduğu için biraz korktu.

Van Gogh'un ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesip, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmesi ressamın hayatından trajik notlar . Kimi sanat tarihçileri Gauguin ile yaptıkları hareretli bir tartışma sonucu Gauguin'in isteyerek ya da kendini gard amaçlı olarak Van Gogh'un kulağını kestiğini de iddia ediyorlarmış. Van Gogh, resim kariyeri boyunca kardeşi Theo'dan aldığı maddi destek sayesinde ayakta durabilmiş. Belki de resimlerde bu trajik hikayenin izlerini görüp/hissedip ürktü çocuklar bilemiyorum.

Sergi sonrası, Fasuli'de yenen kara lahana sarması, kuru fasülye, turşu ve lahana çorbası çok lezzetliydi. Fasuli'nin az ilerisinde yer alan Kılıç Ali Paşa Camii'ni de ziyaret edip, camii avlusundaki cami maketinde yerimizi tespit etme oyunu oynadıktan ve avludaki karların son zerresine kadar keyfini çıkardıktan sonra, İstanbul Modern'in muhteşem manzaralı kafesinde Şebnem, Mutlu ve ben kahvelerimizi, çocuklar da sıcak çikolatalarını yudumladılar. Böylece hem kendimiz hem de çocuklar için keyifli geçen bir günü tamamladık.

17 Şubat 2012 Cuma

Çocuklarla Haydarpaşa'ya Destek/4-5 Şubat 2012

Bütün hafta yağan karla beraber, haftaiçi 0 dereceyi bulan sıcaklık haftasonu 15 dereceye çıkınca çocuklarla faydalı bir şeyler yapma enerjim doruğa çıktı.

İstanbul'un önemli kültürel miraslarından Haydarpaşa Garı'nın başına geleceklere karşı çıkacak bir grup aktivistin yanında yer almak için çocuklarla birlikte yola koyulduk.

Bu bloğun amacı, çocuklarla alışveriş merkezleri dışında yapılabilecek etkinliklerle ilgili fikir vermek olduğu için zavallı Haydarpaşa Garı'nın kültür merkezi maskesi altında rant uğruna peşkeş çekileceği, birsürü banliyö yolcusunun 2 yıl boyunca mağdur edileceği, güzelim Gar'ın yanan çatısının bile onarılmayıp kaderine terkedilmiş olduğu gibi sıkıntı yaratan konuların detayına girmeyeceğim ama kayıtlarda kalsın ilerde çocuklar okur:)

Ege ve Başak'a, Haydarpaşa Gar'ının düşüncesiz insanlar tarafından trenlerin evi olmaktan çıkarılacağı, dolayısıyla trenlerin evsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarını söyleyince bizim minik aktivistler hemen sahiplendi bu eylemi.


Evimizin önünden Ege, Başak ve ben tobüse atladık. Eşim Mutlu toplu taşıma fikrinden hoşlanmadığı için gelmedi. Aslında toplu taşıma çocuklar için çok eğlenceli ve yanınızda kocanız yoksa hayat kolay:)  Bir kere 2 küçük çocuğu ile beraber otobüse binen bir anneye kimse kayıtsız kalamıyor. Herkes yardım etmek için birbiriyle yarışıyor; yer veriyor, senin yerine düğmeye basıyor, çocukları tutuyor, sevgi sözcükleri etrafta uçuşuyor. Çocuklar yardımlaşmayı öğreniyor, çevreyle yakın temastalar, herkesle muhabbet ediyorlar ve otobüsün sallanmasından çoook büyük zevk alıyorlar.

Otobüs'ten inip, Beşiktaş'tan vapur ile Kadıköy'e geçtik. Vapur'dan Kız Kulesi, Galata Kulesi, Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii ve Boğaziçi Köprüsü başta olmak üzere çocukların kitaplardan bildiği yapılara el salladık, martıları besledik; şahane bir yolculuk yaptık. Kadıköy'den Haydarpaşa'ya kadar da yürüdük birlikte.

Haydarpaşa Garı'nın sahilindeki çay bahçesinin manzarası bir harika. Çay, çörek ucuz. Çocukların koşturabileceği bir alan, eski bir tren de var. Gar'ın içindeki lokantada yemekler nefis, mekan şahane. Gar başlı başına keşfedilecek detaylarla dolu. Vitraylar, saatler, trenler, gişe.....

Başak'ın en sevdiği arkadaşlarından Kuzey ve annesi Şebnem de gelince keyfimiz kat be kat arttı.

Eylemi biraz gürültülü bulup sıkıldı çocuklar itiraf etmeliyim ama büyüyüp bu sayfalara geri döndüklerinde, Haydarpaşa Gar'ı da kurtarılmış olursa böyle bir etkinliğin bir parçası olduklarından gurur duyacaklarına eminim.