27 Haziran 2012 Çarşamba

Gökçeada: Bu yıl 2. kez deniz zamanı...

Bu yıl ilk kez deniz sezonu henüz açılmamışken gittiğimiz Gökçeada'ya bu kez tam deniz mevsiminde, haftasonu günübirlik gittik. Yine Murti-Demet-Taylan ve bizim aile...

Bir önceki gezimizde, adanın Güney ve Batı sahillerini keşfetmeye zamanımız yetmemişti. Bu nedenle yönümüzü bu sahillere çevirdik....


Kabatepe'den sabah 8'de hareket edecek feribota yetişebilmek için saat 4:00'te yola çıktık. 3,5 saatlik araba yolculuğunun ardından Kabatepe Limanı'na ulaşmamıza rağmen, liman sınırlarından taşmış uzun kuyruk nedeniyle 8 feribotuna binemedik ve sahildeki çay bahçesinde 10:00 feribotunu beklemek zorunda kaldık. (Feribot saatlerinin yetersizliği nedeniyle yanımızda olmayan Sayra'lar ve bizim çocuklar adına bile yaşlarını belirtmeden şikayet formu doldurdum feribotta...)

Kabatepe Limanı'nda 10 feribotunu beklerken, kahvaltı...
Kuzu Limanı'ndan hemen adanın merkezine gazlayıp, kuzu haşlama dışında vasat yemekleri olan Taylan Otel'in lokantasında yemek yiyip, güneş şemsiyeleri, sahilde içecek bira, su vb. satın aldık ve biran önce denize kavuşabilmek için valizlerimizi bırakıp, mayolarımızı giymek üzere, otelimiz ''Yeşil Vadi Apart''a yerleştik.

Aydıncık (Kefaloz) Plajı
KiteSurf okulunun bulunduğu yer
Bir önceki Gökçeada ziyaretimizde, kumlu uzun sahili, ıssızlığı, berrak ve sakin deniziyle aklımızda yer etmiş, soğuk olduğu için giremediğimizden içimizde ukde kalmış Tuz Gölü'nün kuzeyindeki Aydıncık Plajı'nda denize kavuştuk kavuşmasına ama oldukça farklı bir hava ve ortam karşıladı bu kez bizi plajda...  Sert esen, bizim şemsiyelerin işe yaramayacağı bir rüzgar, dalgalı ve bulanık bir deniz ve bize cazip gelmese de bu ortamın cazibesine kapılıp taaa Bulgaristan'dan koşup gelmiş bir sürü Kitesurfçü...

Burada denize giremeyecek olsak ta, yorgun olduğumuz ve Kitesurfçülerin yarattığı renkli görüntüler ve doğa keyifli olduğu için sahile yayılıp birer yorgunluk birası içerek soluklandık. Tüm sahili kaplayan, çoğu ölmüş kuru uğur böcekleri sürüsünden çocuklar hiç hoşlanmadılar.... Rahatsız edici tuhaf bir görüntüydü gerçekten de...

Çok kıymetli olan 1 güncüğümüz bitmeden denize girebilecek bir yer bulabilmek için çok fazla oyalanmadan hemen yola koyulacaktık ki, arabalarımızın yakınına yumurtlamış ince-zarif deniz kuşunun topaca benzeyen 4 yumurtasını korumak amacıyla ilkel bir çerçeve yarattıktan sonra yola koyulabildik.

Adanın güney sahili boyunca uzanan deniz manzaralı ıssız yoldan araba ile geçmek çok keyifliydi. Adanın bu yamacına bakan topraklar genellikle ağaçsız, çorak olmakla birlikte adadaki tatlı suyun suladığı, bu çoraklığı yeşerten pembe zakkumlarla süslü vadiler, özellikle Aydıncık Plajı'ndan yaklaşık 5 dakika sonra gördüğümüz, denize tepeden bakan minik bir klübe-şapel ve bu şapelin önündeki kayalık bakir koy çok etkileyicidi. 

Yol üzerinde gözümüze kestirdiğimiz sakin bir koya arabaları park edip sahile yayıldık. Rüzgardan kaçabildiğimiz söylenemez ama deniz berraktı. Çocukların oynayabilecekleri kumluk bir alan vardı. Daha ne olsun?... 

Samet ve Ege İnceburun Sahilinde
Burada uzun uzun yüzüp dinlendikten sonra, coğrafya derslerimizden bildiğimiz Türkiye'nin en batı ucu ''İnceburun''u da görelim istedik. İnceburun günümüzün en rüzgarsız koyuna, en sakin denizine sahipti.  Sahilinde bir şeyler içip serinleyebileceğimiz minik bir kafe vardı. Burada tanıştığımız, 16 ablalı, babası pazarcı, sevimli dilbaz Samet'in hüzünlü öyküsü buraya baktıkça hatırlayabileceğimiz şekilde bizde saklı kalsın!:(
İnceburun
Güneşin batmasına yakın İnceburun'dan ayrıldık. Otelimizin dönüş yolunda, adanın batısındaki tek Rum köyü olan ve çok aç olduğumuz için inip gezmeye vakit yaratamadığımız, bir hayalet köy görünümündeki etkileyici ''Dereköy'' bu gezimizin içimizde ukde kalan yeri oldu... Zamanında adanın ve hatta Türkiye'nin en büyük ve kalabalık köyüymüş burası.

Havanın kararmasına yakın, çocukların yemek saati çoktan geçmişken otelimize vardık. Çocukları hızlıca yıkadık. Murti bizden önce Kaleköy'deki Son Vapur Lokantası'na gidip çocukların balığını ısmarladı. Akşam yemeği sırasında, sadece 2 saatlik uykunun verdiği yorgunluk ve açlık, gün boyu yediğimiz rüzgar ve güneşin kavurucu etkisine eklenince, gözümü açık tutmakta zorlanmış olsam da tabak dolusu nefis midye dolmalar, rakı-balık ve meze her zamanki gibi şahaneydi.

Çocuklar, yemek öncesi sahile kurulmuş trambolinde zıpladılar. Ege ve Taylan, komşu barın canlı gitarına, gecenin ilerleyen saatlerine kadar eşlik ettiler. Başak, uykusu gelince, her zamanki gibi birleştirip yatak yaptığımız lokanta sandalyeleri üzerinde uykuya daldı.

1 kısa gün yine uzadıkça uzadı...:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder